B.K. nun 217. maddesi delaletiyle 211. maddesi hükmü uyarınca akit tarihinde satış bedeli ödenmediği takdirde taşınmazın mülkiyetinin iade edileceğine dair bir ihtirazi kayıt dermeyan edilmediğine göre, açılan iptal ve tescil davasının dinlenilmesine olanak yoktur.
“T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/6872
K. 2010/7745
T. 30.6.2010
DAVA : Taraflar arasında görülen davada:
Davacı, maliki olduğu 37 ve 53 parsel sayılı taşınmazların satışı için davalı Gencay’a verdiği vekalet name ile diğer davalı Nurcan’a değerinin çok altında bir bedelle satış göstermek suretiyle vekalet görevi kötüye kullanılarak devredildiğini, ondanda 53 parselin diğer davalıya satıldığını, satış bedelinin ödenmediğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescile ya da tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece , vekalet görevinin kötüye kullanıldığı ancak davalı İbrahim’in kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı gerekçeleri ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar Gencay ve Nurcan vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi Süleyman Yumma’nın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
KARAR : Dava, tapu iptal ve tescil ya da tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının maliki olduğu 37 ve 53 parsel sayılı taşınmazların 22.9.2008 tarihli vekaletname ile vekil kıldığı davalı Gencay tarafından 15.10.2008 de vekilin eşi diğer davalı Nurcan’a satış suretiyle temlik edildiği, Nurcan’ın da 53 parseli yine vekili olan eşi Gencay tarafından 25.2.2009 da diğer davalı İbrahim’e satış yoluyla devrettiği, satış bedeli olarak davacıya toplam 50.000, 00 TL lik senet verildiği, sonrasında tarafların anlaşması ile 50.000, 00 TL tutarındaki senetlerin iptal edilerek yerine 15.000, 00 TL meblağlı senet verildiği ve bu şekilde bedel üzerinde mutabık kalındığı anlaşılmaktadır.
Davacı, anılan bu temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere: Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde “vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir…” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; tarafların taşınmazların satış bedeli üzerinde anlaştıkları, karşılık olmak üzere davacının senet aldığı ve anılan bu husus yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde vekalet görevinin kötüye kullanılmasından bahsedilemeyeceği açıktır. Esasen, taraflar arasındaki çekişmenin satış bedelinin ödenmemesinden kaynaklandığı da sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki; B.K. nun 217. maddesi delaletiyle 211. maddesi hükmü uyarınca akit tarihinde satış bedeli ödenmediği takdirde taşınmazın mülkiyetinin iade edileceğine dair bir ihtirazi kayıt dermeyan edilmediğine göre, açılan iptal ve tescil davasının dinlenilmesine olanak yoktur. Pek tabiidir ki; davacının elindeki senedi icraya koymak suretiyle alacağına kavuşması olanaklıdır. Bu durumun ise eldeki davayı etkileyeceği de söylenemez.
Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçelerle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
SONUÇ : Davalılar Gencay ve Nurcan’ın temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.06.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
►YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 14.10.2021T., 2017/1274E., 2021/1242K.:
“Tüm bu süreler gözetildiğinde, irade bozukluğu bakımından Kanun’da düzenlenen bir yıllık hak düşürücü sürenin öğrenme tarihinden itibaren dolduğu açıktır.
Bu durum karşısında uyuşmazlığın satış bedelinin ödenmemesinden kaynaklandığı kabul edilmelidir. Bedel yönünden yapılan incelemede ise yukarıdaki bentte açıklandığı gibi satış bedeli (semen) satış akdinin asli unsurlarından birisi olmakla birlikte bedelin ödenmemiş olması tek başına tapu kaydının iptal nedeni değildir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 246 (satış tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BKnın 217). maddesine göre taşınır satışına ilişkin kurallar, kıyas yoluyla taşınmaz satışında da uygulanır. Bu madde delaletiyle uygulanan TBK
nın 235 (BK’nın 211). hükmüne göre de, satılanın zilyetliği satış bedeli ödenmeden alıcıya devredilmişse, alıcının temerrüdü sebebiyle satıcının dönme hakkını kullanarak satılanı geri alması, bu hakkın sözleşmede açıkça saklı tutulmasına bağlıdır. Diğer bir anlatımla taraflarca bedelin sonra ödeneceği kararlaştırılabilir. Ancak böyle bir durumda bedel ödenmediği takdirde taşınmazın mülkiyetinin iade edileceğine dair ihtirazi kayıt dermeyan edilmedikçe, satılan şeyin istirdadı istenemez. Koşulsuz olarak bedelin sonradan ödeneceği taraflarca kararlaştırılmış ise satıcının hakkı bedel olup ödenmemesi durumunda yasal yollara müracaat ederek tahsili sağlanabileceğinden ödememe, tapu iptal ve tescilin hukukî nedenini teşkil etmez.
Bütün bu açıklamalar karşısında, davacının tapu iptali ve tescil isteğinin reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı…”